31 Mart yerel seçim sonuçları, uzun yıllar boyunca üst üste galibiyetler kazanan iktidar partisinin, bu seçimlerde büyükşehirlerde ilk kez ciddi oy kayıpları yaşamasıyla ve ikinci parti konumuna gerilemesiyle dikkat çekiyor. Seçmenlerin farklı bir alternatife yönelmesine neden olan dinamikler, siyasi analistler ve kamuoyu tarafından yoğun bir şekilde tartışılıyor. Bu seçimlerde yaşanan dönüşümü tetikleyen birçok faktör bulunmakla birlikte, ekonomik koşulların seçmen tercihleri üzerinde en belirgin etkiye sahip olduğunu düşünüyorum. Gelin, Türkiye’deki ve dünyanın çeşitli yerlerindeki ekonomik krizler sonrasında seçim tercihlerindeki değişiklikleri birlikte inceleyelim.
Öncelikle, seçim sonuçlarını etkileyen en önemli faktörlerden birinin, yaşadığımız enflasyonun yol açtığı ekonomik zorluklar olduğunu göz ardı etmememiz gerekiyor. Enflasyonun neden olduğu hayat pahalılığı, geçim sıkıntısı ve kira ücretlerindeki aşırı artışlar, vatandaşların günlük yaşamlarında ciddi baskılar oluşturuyor. Bu ekonomik koşullar, seçmen davranışları üzerinde belirleyici bir etkiye sahip, çünkü bireylerin finansal refahı doğrudan yaşam kalitesiyle ilişkili. Dolayısıyla, seçim süreçlerinde ekonomik politikalar ve ekonomik kriz yönetimi, seçmenler için önemli bir değerlendirme kriteri haline geliyor.
DÜNYA’DA EKONOMİK KRİZ VE SEÇİM TERCİHLERİ
Öyle ki, birçok araştırma ve analiz, ekonomik durumun seçim sonuçları üzerinde önemli bir etkisi olduğunu gösteriyor. Lewis-Beck ve Stegmaier tarafından yapılan “Economic Determinants of Electoral Outcomes” başlıklı çalışma, ekonomik koşulların seçim sonuçları üzerindeki etkisini geniş bir literatür çerçevesinde inceliyor. Bu çalışmalar, seçmenlerin mevcut hükümeti ekonomik performansa göre değerlendirdiklerini ve ekonomik sıkıntı dönemlerinde muhalefet partilerine daha yatkın olabileceklerini ortaya koyuyor. Bu minval de farklı ülkelerde yaşanan ekonomik kriz sonrası seçmen keskin bir şekilde oy tercihini değiştirdiğini gösteriyor. Örneğin, Amerika Birleşik Devletleri’nde, krizin yol açtığı ekonomik sıkıntılar nedeniyle 2008 seçimlerinde Barack Obama’nın “Değişim” vaadi ön plana çıktı ve seçmenlerin tercihlerini etkiledi. Kriz, Avrupa’da da birçok hükümetin değişimine neden oldu.
Benzer şekilde, 2000’lerin başından itibaren Latin Amerika’da sol ve merkez-sol hükümetlerin iktidara gelmesi, bölgedeki ekonomik adaletsizlikler ve yoksullukla mücadele vaatleriyle yakından ilişkilendirildi. Brezilya’da Lula da Silva’nın, Arjantin’de Nestor Kirchner’in ve daha sonra Cristina Fernández de Kirchner’in seçilmesi, ekonomik faktörlerin siyasi tercihler üzerindeki etkisini gösteriyor. Bir başka örnek ise, Yunanistan’ın borç krizi ve ardından uygulanan kemer sıkma politikaları, SYRIZA gibi sol eğilimli partilerin popülaritesinde artışa yol açtı. Ekonomik sıkıntılar ve işsizlik oranlarının yüksekliği, halkın mevcut hükümet ve geleneksel partilere olan güvenini sarsarak, alternatif siyasi hareketlere yönelimini hızlandırmıştı. Ekonomik koşulların siyasi tercihler üzerindeki etkisi, İngiltere’de 2016’daki Brexit referandumu sırasında da belirgindi. Ekonomik belirsizlikler ve AB’nin ekonomik politikalarına yönelik memnuniyetsizlik, birçok İngiliz seçmenin Avrupa Birliği’nden ayrılma yönünde oy kullanmasına neden oldu. Bu karar, İngiltere ve AB’nin ekonomik geleceği üzerinde uzun vadeli etkilere sebep olmuştu.
İspanya, 2008 finansal krizinden sonra ağır bir ekonomik durgunluk yaşadı. Yüksek işsizlik oranları ve ekonomik belirsizlik, halkın hükümete olan güvenini sarsarken, 2011 ve 2015 seçimlerinde İspanyol seçmenlerin tercihlerini önemli ölçüde etkiledi. İspanyol siyasi manzarasında, geleneksel büyük partiler olan İspanyol Sosyalist İşçi Partisi (PSOE) ve Halk Partisi’nin (PP) yanı sıra yeni aktörler olan Podemos ve Ciudadanos’un yükselişi, ekonomik koşulların siyasi tercihleri nasıl dönüştürebileceğini göstermişti.
TÜRKİYE’DE EKONOMİ VE SİYASİ YANSIMALARI
Türkiye’nin politik tarihinde, 1961’den 2018’e kadar uzanan dönemde, ekonomik krizler seçim sonuçlarını önemli ölçüde etkilemiş, seçmenlerin tercihlerinde ve siyasi partilerin kaderinde belirleyici rol oynamıştı. 1961 genel seçimleri, 27 Mayıs darbesi sonrasında ekonomik vaatlerle yükselen Adalet Partisi’nin kazanımını işaret ederken, 1983’te 12 Eylül darbesinin ardından ekonomik istikrar vaadiyle Anavatan Partisi’nin büyük bir zaferle iktidara gelmesi, ekonomik krizlerin siyasi yapı üzerindeki etkisini vurguluyor. 1991’deki genel seçimlerde ise, ekonomik zorlukların yol açtığı huzursuzluk ANAP’ın oy kaybına ve SHP ile DYP’nin güçlenmesine yol açmıştı. 2001 ekonomik krizinin ardından, 2002 seçimlerinde AK Partinin ekonomik istikrar ve kalkınma sözleriyle iktidara gelmesi, ekonomik krizlerin siyasi dönüşümleri nasıl hızlandırabileceğinin bir örneği.
Süleyman Demirel’in “Boş tencerenin yıkamayacağı iktidar yoktur” ifadesi, ekonomik zorlukların siyasi sonuçlar üzerindeki derin etkisine dair güçlü bir vurgu yaptığı gibi. Ekonomik sıkıntılar, özellikle enflasyon, işsizlik ve gelir dağılımı adaletsizliği gibi konular, halkın günlük yaşamını doğrudan etkileyerek siyasi memnuniyetsizliği artırabiliyor. Demirel’in bu sözü, Türkiye’deki ve dünya genelindeki birçok örnekte gördüğümüz üzere, ekonomik istikrarsızlık dönemlerinde seçmenlerin mevcut hükümetlere olan desteğini çekebileceği ve alternatif siyasi güçlere yönelebileceği gerçeğini yansıtıyor.