10 Mart’ta sürpriz bir haber manşetlere taşındı. Suudi Arabistan ve İran diplomatik ilişkilerini yeniden kurmak için bir anlaşma yaptı. Haberin kendisi, iki ülke arasında on yıllardır süren şiddetli rekabetin ardından beklenmedikti.
İran ve Suudi Arabistan, Yemen ve Suriye’de vekalet savaşlarında birbirleriyle savaşıyorlar ve ellerinden gelen tüm imkanları kullanarak birbirlerinin ülkelerini istikrarsızlaştırmaya çalışıyorlar. Bu nedenle, her ikisinin de ilişkilerini normalleştirmek için bir anlaşma yapması büyük bir haberdi.
Batı için belki de daha da şaşırtıcı olan şey, anlaşmaya ABD veya Avrupa Birliği’nin değil, Çin Halk Cumhuriyeti’nin aracılık etmesiydi. Pek çok kişi ne zamandan beri Çin’in barış anlaşmalarına aracılık ettiğini merak etti. Her iki Orta Doğu gücünün temsilcilerinin aslında Pekin’de olduğunu neden kimse fark etmedi?
Hiçbir Batılı ülkenin bu anlaşmaya arabuluculuk yapamayacağı doğrudur. Amerika Birleşik Devletleri hala İran’ın yeminli düşmanıdır. Üstüne bir de eski ABD Başkanı Donald Trump, ABD, AB, Rusya, Çin ve BM’nin İran’la yaptığı nükleer anlaşmayı bozdu. AB’nin tüm çabalarına rağmen yeni bir nükleer anlaşma müzakereleri pek iyi gitmediğinden, Avrupalılar Suudi Arabistan ile İran arasında arabuluculuk yapmayı düşünmediler bile.
Suudi tarafı da Batı’ya olan güvenini kaybediyor. Suudi Arabistan, Eylül 2019 ve Mart 2022’de İran roketleri Suudi petrol tesislerini vurduğunda ABD’nin tepki vermek istemediğini fark etti. Suudi Arabistan’ın ABD başkanı Joe Biden’a olan güveni, Biden Ocak 2023’te ABD- Suudi ilişkileri yeniden değerlendirilmelidir.
Çin, Orta Doğu’nun kalbinde ABD ve Avrupa’nın bıraktığı boşluğa atladı.
Rusya’da Xi
Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, 20 Nisan 2023’te Moskova’ya vardığında kimse ne bekleyeceğini bilmiyordu. Xi, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’i destekler mi? Silah teslim edeceğine söz verir miydi? Başka bir deyişle, Çin ne kadar Rusya’nın tarafını tutacaktı?
Çoğu analistin kafası karışmıştı. Xi, Rusya’nın işgalini kesinlikle kınamadı ve Putin ile dostluğunun altını kesinlikle çizdi. Bununla birlikte, tüm diplomatik hatların arasında, Xi açıkça çatışmada taraf tutmadı.
Aksine Çin bir tür barış planıyla, daha doğrusu barışa giden bir yol planıyla geldi. Batı’da pek çok kişi plana sinizmle tepki gösterdi – bunun nedeni, planın Rusya’dan Ukrayna’yı terk etmesini açık bir şekilde istememesiydi.
Asıl soru, bu Ukrayna ihtilafında, Çin’in aslında en iyi şekilde barışa arabuluculuk yapmak için yerleştirilip yerleştirilemeyeceğidir. Rusya, Çin’in ortaklığını kaybetmeyi göze alamaz. Kremlin, en azından belli bir seviyeye kadar Çin’in teklifine uymak zorunda kalacak. Batı ise Ukrayna tarafında derinden müdahil olduğu için barışı da sağlayamaz.
Bu bizi Çin’in gerçekte ne istediği sorusuyla baş başa bırakıyor? ABD’nin artık sürücü koltuğunda olmadığını mı göstermek istiyor? Çin, Batı ile Tayvan konusunda bir çatışmadan kaçınmak için barışçıllığının altını çizmek istiyor mu? Yoksa Pekin nihayet siyasi bir süper güç olarak rolünü oynama zamanının geldiğine mi karar verdi?
Çin ile konuşmak
Kıdemli bir Avrupalı diplomat bana birkaç ay önce Avrupa’nın Çin hakkında çok konuştuğunu, ancak Çin ile neredeyse hiç konuşmadığını söyledi.
Çinli şirketlere karşı Avrupa güvensizliği var. Huawei Ve TikTok. Çok az Avrupalı, Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi’nin eski İpek Yolu’nu yeniden inşa etmek ve dünyayı yeniden birbirine bağlamak için gerçek bir çaba olduğuna inanıyordu. Aksine, diğer ülkeleri bağımlı hale getirirken, Çin’in ülkesine daha fazla kaynağı daha hızlı ulaştırmasının bir yolu olarak görülüyor.
Çin tarafında da Avrupa’ya karşı tarihsel bir güvensizlik var. 1839’daki Birinci Afyon Savaşı’ndan Çin Halk Cumhuriyeti’nin Mao Zedong tarafından 1949’da kurulmasına kadar geçen dönem “Aşağılanma Yüzyılı” olarak anılır. O yüzyılın tarihini okuduğunuzda, Çinlilerin Batı’nın ülkeyi zayıflatma ve bölme çabalarına kızmak için bazı nedenleri var.
Çin ile Avrupa arasındaki karşılıklı güvensizliğin sebepleri ne olursa olsun, Avrupalıların hemfikir olduğu bir şey var: Çin’in ne istediğini bilmiyoruz.
Elbette Çin liberal bir demokrasi değil ve ülkenin Uygurlara yaptıkları kabul edilemez.
Yine de günümüzün kabilelere dayalı, kırılgan ve kutuplaşmış dünyasında Çin’in ne istediğini öğrenmek için daha fazla çaba sarf etmek daha iyi görünüyor. Öğrenmek için Çin’i sadece tartışmak yerine konuşmaya başlamak daha iyi olabilir.