ABD Enflasyon Azaltma Yasası (IRA), AB’yi rahatsız edici bir duruma sokuyor. Sonunda, Amerikalılar tartışmalı bir halde federal bir iklim politikası oluşturan bir yasa çıkardılar.
Sadece ABD’nin izlediği yol AB’ninkinden değişik. Dünyanın önde gelen paracı güç merkezi, maliye politikası kisvesi altında sübvansiyon ve endüstri politikası kanalıyla devlet müdahalesi yolunu tutuyor.
AB, dünyanın en büyük ekonomisinin nihayet emisyonları azaltmak için somut adımlar atmasına hakikaten itiraz edebilir mi? Hayır, sadece ABD’nin yaklaşımından duyulan hastalık, Fransa ve Almanya’nın AB endüstri politikasını tekrardan canlandırma çağrılarında açıkça görülüyor.
Bruno Le Maire ve Robert Habeck tarafınca meydana getirilen ortak bir izahat, “Avrupa endüstri politikasında yeni bir ivme” çağrısında bulunuyor ve IRA’dan “yakın koordineli bir Avrupa yaklaşımına” gereksinim duyan bir “meydan okuma” olarak söz ediyor.
Bu, Fransa ve Almanya’nın AB endüstri politikasını süratli şeride sokmaya çalmış olduğu ilk sefer değil. Von der Leyen Komisyonu öncesinde, birleşme kontrolü yaklaşımını gevşeterek (engellenen Siemens-Alstom birleşmesini akılda tutarak) Avrupa şampiyonlarını desteklemeyi amaçlayan bir ‘manifesto’ da yayınladılar.
Bu kez, geleneksel rekabet politikasından ziyade, ilgi odağı AB devlet yardımı. Sadece daha çok devlet yardımı zor olabilir, AB’nin halihazırda sanayiyi ve düşük karbon teknolojisini çeşitli şekillerde desteklediğinden bahsetmeye bile gerek yok.
Bunun yerine, DTÖ şeklinde oldukca taraflı kurumları canlandırmaya çalışırken, emisyon tecim sistemi (ETS) de dahil olmak suretiyle öteki politikaları güçlendirmelidir.
AB niçin IRA için endişeleniyor?
IRA, düşük karbonlu yatırımlar için 360 milyar dolara varan oldukca oranda vergi kredisi içermektedir. [€345bn]imalat ve endüstri (ticaretin mühim rol oynadığı sektörler) için 60 milyar dolar dahil.
IRA vesilesiyle sunulan vergi kredileri kuvvetli bir teşviktir. Karbon soruşturma ve depolama (CCS) ve hidrojen şeklinde belirli düşük karbonlu teknolojiler için yatırım durumunu anında iyileştiren direkt bir gelir akışı sağlarlar.
Bazı Avrupalı şirketlerin müteakip tepkisi, bir politikacının kabusu oldu – İsveçli pil üreticisi Northvolt ve kimya üreticisi BASF’de olduğu şeklinde, yatırımı ABD’ye kaydırma tehdidi.
AB iklim politikası, yüksek AB karbon maliyetleri sebebiyle öteki bölgelere taşınan üreticiler de dahil olmak suretiyle, uzun süredir karbon kaçağı riskinden etkileniyor. Aslen, AB, IRA’nın ‘yüz milyarlarca’ manşet sayıları değerinde parasız ETS tahsisatları dağıtmaya devam ediyor.
Gene de karbon kaçağına dair yetersiz kanıt var – muhtemelen kısmen AB’nin riski başarı göstermiş bir halde azaltması sebebiyle. Sadece, üretim/yatırım kaçağı hayaletini uyandıran, kesinlikle bir rakibin ciddi iklim politikası eylemi başlatmasıdır.
IRA’nın ‘vergi kredisi’ söylediği şeye, AB ‘devlet yardımı’ diyor. Hafifletici koşullar (iklim de dahil olmak suretiyle ortak AB siyaset hedeflerine katkıda bulunan yatırımlar şeklinde) olmadıkça, devlet yardımı iç pazarla bağdaşmaz olarak kabul edilir. AB devlet yardımı denetimi, tam olarak üye devletler içinde verimsiz bir sübvansiyon yarışını önleyebileceği için bir güç olarak kabul edilir.
Sadece, IRA’nın meydan okuması normal olarak AB’nin iç pazarının dışındadır.
Kurallar çevresinde çalışmak
Ortak siyaset hedefleri için AB, halihazırda piller ve hidrojen için mevcud Mühim Ortak Avrupa Çıkarları Projeleri (IPCEI) oluşturmuştur. IPCEI’nin üye devlet yatırımlarını koordine etmesi ve düzene sokması gerekiyor, sadece gene de mali kaynakları tahsis etmek için bireysel üye devletlere bağlı.
Devlet yardımı kontrolünün usuli boyutu da zorluklar doğurur. Endüstri politikası da dahil olmak suretiyle ulusal yardım önlemlerini tasarlarken, üye devletlerin ilke olarak Avrupa Komisyonu’nu bilgilendirmesi gerekir, sadece Komisyon devamlı bir önlemin yardım olmadığını ve bu yüzden bildirilmesi gerekmediğini iddia edebilir.
Buradaki bir örnek, CCS altyapısıdır. Bazı ülkeler tedbirlerini endüstriye yardım için grup muafiyetini göz önünde bulundurarak tasarlar ve böylece bildirim ihtiyacını ortadan kaldırır. Sadece bu, altyapı projeleri için verilebilecek finansman miktarını sınırlar. Bazı yüzde 100 finansman durumları iç pazarla da uyumlu olsa da, uzun onay süreçleri üye devletleri bu tarz şeyleri denemekten caydırabilir.
Covid-19 ve enerji kriziyle beraber, pandemi devlet yardımı rejiminde genel bir gevşemeye yol açtığından, bu ikilem daha da şiddetli hale geldi. Üye devletler, bir önlemin hakikaten bir kurtarma önlemi yada enerji maliyetlerinin azaltılması bulunduğunu iddia etmeye çalışabilir. Her halükarda, devlet yardımı önlemlerinin sayısı arttıkça, komisyonun bu tür önlemleri değerlendirme ve onaylama kapasitesi de artmalıdır.
IRA’yı öykünmek etmeye çabalamayın
Devlet yardımına dayalı endüstri politikasının kısıtlamalarına ihtimaller içinde bir cevap, AB düzeyinde daha çok tedbir almak olabilir. Sadece antak kalma engellemelerinin ötesinde, AB bütçe kısıtlamaları daha da büyük görünüyor. IRA’nın devasa harp sandığına meydan okumak için yeni bir büyük fon paketi üstünde bir antak kalma yapılması pek ihtimaller içinde değil.
Sadece AB, en azından cepleri bu kadar bolca ve dünyanın biriki para birimi olan bir ülke varken, yoğunlaşan bir sübvansiyon yarışına sürüklenmemelidir. Ek olarak sübvansiyonların düşük karbonlu bir dünyada üretimlerini her halükarda kaçınılmaz olarak değiştirebilecek sektörlere yöneltilmesi riski de vardır.
Büyük miktarlarda temiz elektriğe ve temiz hidrojene gereksinim duyan sektörler, bu kaynakların en ucuz olduğu yere gidecek – devamlı AB olması olası değil. Bu, AB’nin sanayisizleşeceği anlamına gelmez şu sebeple uzmanlaşmış alt sektörler, iyi bütünleşmiş kıymet zincirlerinin parçası oldukları için AB’deki varlıklarını pekala koruyabilirler.
AB’nin IRA’daki korumacı unsurlara itiraz etmesi doğru. Bununla beraber, AB, düşük karbonlu teknolojilere yönelik endüstri politikasının gerçek nimetinin, her şeyden ilkin her ülkeye ve küresel iklim hedefine yarar elde eden meydana gelen maliyet indirimlerinde yattığını hatırlamalıdır. Kendi ETS ve İnovasyon Fonu’nun müzayede gelirleri ve emisyon izinleri açısından yüz milyarlar değerinde bulunduğunu da unutmamalıdır.
AB ve ABD, mevcut gerilimleri DTÖ’yü tekrardan canlandırmak için kullanmalıdır – buna temyiz organını tam olarak görevlendirmek de dahildir. ABD için, AB’nin CBAM’si istenmeyen korumacı unsurlara haiz olabilirken, AB benzer şekilde IRA’nın ‘mahalli satın alma’ gereklilikleri mevzusunda endişeli.
AB ve ABD, her ikisi de temel endüstriyel emisyon azaltımlarını destekleyen birbirlerinin politikalarına hücum etmek yerine, Atlantik’in her iki yakasındaki yeşil yatırımı daha da güçlendirebilecek kulüpler yada ittifaklar şeklinde ortaklık yolları aramalıdır.