TPaloma Sermon-Daï’nin mütevazi ama dokunaklı belgeselinde, bağımlılığın yalnızlığı – ve bunun bir bireyin ruhuna ve ilişkilerine yükleyebileceği bedel – yakından inceleniyor. 43 yaşındaki Damien Samedi, Belçika’daki küçük köyünde çocukluğundan beri Petit Samedi olarak biliniyor, bu takma ad onun duraksamış gelişimini acı tatlı bir şekilde yansıtıyor. Yetişkinlik hayatının büyük bir bölümünde uyuşturucu bağımlılığıyla mücadele eden Damien, terapi ve annesi Ysma’nın desteğiyle yeni bir sayfa açmaya çalışır.
Belgeseller, dolaysızlığı veya mahremiyeti iletmek için genellikle elde tutulan kameralara güvenir; Petit Samedi neyse ki hoş bir rahatlama oldu. Durağan bir tablo gibi çekilen, poz verilmiş aile fotoğrafları tarzını çağrıştıran, anne ve oğul arasındaki günlük sohbetler, yemek masasının üzerinde veya televizyonun önünde nazikçe ortaya çıkıyor. Öznelerine saygılı bir mesafe koyan film, Damien’ın içinde bulunduğu kötü durumu sansasyonelleştirmez, eroin alışkanlığı ekranda sessizce görünse bile. Burada bağımlılık bir gösteri olarak değil, Damien’ın kaçmak için çok çalıştığı yabancılaştırıcı bir rutin olarak ele alınır.
Damien şiddet yanlısı babasından bahsederken, Ysma ayrıca kız kardeşinin hamileliği sırasında ölmesinden dolayı yas tutan, zihinsel durumunun daha sonraki kargaşasına katkıda bulunup bulunmadığını merak ediyor. Damien’ın durumunu analiz etmeye yönelik bu girişimlere rağmen film aynı zamanda hiçbir kolay açıklamanın ve hatta bir annenin koşulsuz sevgisinin bile nüfuz edemeyeceği münzevi bağımlılık balonunu da gözlemliyor. En dokunaklı anlar, Damien’ın genç halinin duyulabildiği eski telefon mesajlarını dinlediğini gösterir. O kayıtlarda ve ev videolarında yaşayan, annesinin çaresizce korumaya çalıştığı çocuk ve Damien’ın geri dönmeyi amaçladığı bir masumiyet hali olan “petit Samedi”dir.