Hafifçe O, ihtişamını bırakır,
O adam hayata merhaba dedi artık ölemez,
Dünyanın oğullarını büyütmek için hayata merhaba dedi,
Onlara ikinci doğum yapmak için hayata merhaba dedi.“Dinle! Haberci Melekler Şarkı Söylüyor”, Charles Wesley
Hatırlayabildiğimden beri her Noel’de bu dizeleri ve onlar benzer biçimde başkalarını söyledim. Fakat son zamanlarda onları daha ilkin asla haiz olmadığım bir halde takdir etmeye başladım. Noel hakkında bu hususi gerçeği tekrardan görmemi elde eden şey, yaz okumalarımdan bazılarıydı.
Bu senenin Mayıs ayında ilk epik şiirimi okumaya başladım. Metamorfozlar Ovid tarafınca. Ovid Daily adlı bir Substack’in şiirin günlük taksitlerini abonelere göndermeye adım atmak suretiyle bulunduğunu duyduğumda, meydan okumayı bir dürtüyle üstlendim. Bir destanı okumak kulağa ürkütücü geliyordu, sadece Mayıs’tan Ağustos’a kadar her gün kısa bir e-posta okumak kulağa yapılabilir geliyordu. Ve “Güzel ve Çirkin” en sevdiğim peri masalı olduğundan, dönüşüm hikayeleriyle dolu bir destan ilgi çekici geldi.
Bu mitleri okumak bana, Hıristiyanlığın Batı kültürüyle ne kadar kökten koptuğuna dair yeni bir anlayışın başlangıcını verdi.
Fakat hiçbir fikrim yoktu iyi mi ilgi çekici. Birkaç hafta içinde, gelen kutuma düşen e-postaları boş boş gözlemlemekten ve “Ah, hakikaten bunlara yetişmeliyim” diye düşünmekten her birini yırtıp atmaya ve arkasından çılgınca internette daha çok şiir aramaya başladım. , böylece bigün daha beklemek zorunda kalmadan devam edebildim. Yalnızca Translate.com ve birazcık lise Latincesi ile donanmış olarak, Ovid’in her günkü gönderiye dahil olan orijinal sözleriyle yolumu buldum. Şiirden esin alan yorumları, alternatif çevirileri ve meşhur tabloları araştırdım; okudum bile Metamorfozlar fanfiction (bazıları oldukça iyi). Tek kelimeyle bayıldım.
Beni yakalayan acıma duygusuydu. Ağlatısal model, destan süresince yine yine kendini yine eder: insanoğlu tanrılarla karşı karşıya gelir ve tanrılar, neredeyse hatasız olarak onları sonlarına gönderir. Temanın sayısız varyasyonu var. Arachne’nin bir dokuma yarışmasında Minerva’yı alt etmesi ve bunun için pişmanlık duymayı reddetmesi benzer biçimde, kimi zaman bir insan kasıtlı olarak bir tanrıyı galeyana getirir. Kimi zaman insan yalnız dikkatsiz yada unutkandır – mesela Hippomenes, Atalanta’nın evliliğini kazanmasına yardım etmiş olduğu için Venüs’e teşekkür etmeyi dikkatsizlik eder. Bir tanrı, aklında tecavüzle onun peşine düştüğünde, bir çok vakit bir insan yalnız kendi işine bakar. Tercüman Stephanie McCarter’ın da işaret etmiş olduğu benzer biçimde, yüzyıllarca tekrardan anlatımla sterilize edilmiş yada romantikleştirilmiş karşılaşmaların bir çok, Ovid’in versiyonunda, yalnız apaçık tecavüzlerdir.
Fakat sonunda, bu hikayelerde, bir insanoğlunun meydan okuyan, boyun eğen, suçlu ya da tamamen masum bir izleyici olup olmadığı nadiren önemlidir. Tahrik suçunu işleyenin insan mı yoksa tanrı mı olduğu mühim değil. “Gerçeği ararsan, bunun sebebini talihin suçunda bulursun, onun herhangi bir suçunda değil. Hangi suçun yalnız talihsizliği vardı? Bir durumda Ovid’e, sanki hikayeye kendisi acıma dilemek için adım atıyormuş benzer biçimde, kederli bir halde sorar. Fakat faydası yok. İnsanı örümceğe, aslana, ineğe, ağaca yada geyiğe dönüşmekten hiçbir şey kurtaramaz. Kapsayıcı tema, tanrısal güçlerin insanlıkla yolları kesiştiğinde, insanların alçaltıldığı, atılmış olduğu ve bir çok vakit tam anlamıyla insanlıktan çıkarıldığıdır.
Ovidius’un öykü anlatımının güzelliği ve gücü, tanrıların kurbanlarına duyduğu ince sempatiyle beraber, bu hikayeleri sizi okumaya devam etmeye zorlasalar bile neredeyse dayanılmaz derecede acıklı kılıyor. Birkaç yürekli vuruşla, o denli renkli, o denli çekici yada o denli insancıl bir karakter çizebilir ki, o karakterin sonunda insanlığını kaybetmesine üzülürsünüz. Burada da oldukça azca “Güzel ve Çirkin” seçimi mutlu son var. Bir çok vakit, bu insanlardan herhangi biri bir tanrının dikkatini çekecek kadar şanssız olduğunda, bildikleri benzer biçimde yaşam yakında sona erecektir. Bir kahinin, Atalanta’yı Hippomenes onu kendisiyle beraber aşağı çekmeden ilkin uyardığı benzer biçimde, “Yaşasan da kendini kaybedeceksin.”
Bundan ilkin Yunan ve Roma tanrıları hakkında azca da olsa bildiklerim, öykü kitaplarından ve tarih ya da edebiyat derslerinden parçalar halinde öğrenildi. Bu masallardan birkaçının ana hatlarını biliyordum. Fakat putperestlerin tanrılarına atfettiği canavarca kinciliğin, bencilliğin, kıskançlığın ve gaddarlığın bilincinde değildim. Olayların bu görüşüne nazaran, görünüşe nazaran, büyük bir güçle beraber, istediğinizi yapmak için büyük bir özgürlük geldi, daha zayıf varlıklar lanetlensin. (Kelimenin tam anlamıyla.)
İşte o Noel şarkıları burada devreye giriyor. Yaz mitolojisi çılgınlığım esnasında Ovid hakkında birazcık arka plan okuması yaparken, yaşamış olduğu ve yazdığı tarihler aniden beni şaşırttı. MÖ 43’te doğan Ovid’in tamamladığı sanılıyor. Metamorfozlar MS 8 civarında.
Ovid’in dünyaya gelen ve insanlıkla etkileşime giren tanrılar hakkında yazdığı ve hem de Tanrı’nın birkaç bin mil ötede tam da bunu yapmış olduğu gözlerimin arasından çarptı.
Bunu yazarken, antik mitolojinin bu alanında tam bir çömez olduğumu ve pek tarihçi de olmadığımı ihmal etmeyin. Bilim adamları bu büyüleyici örtüşme hakkında tomarlarca yazmış olabilir ve ben bunun bilincinde değilim. Buraya yalnızca, tüm zamanların en büyük tesadüflerinden birinin -ya da tanrısal şakaların- ne olması gerektiğine şaşkınlık eden bir okuyucu olarak geliyorum.
Dorothy L. Sayers, “Cyrus’a Teşekkür Oyu” adlı makalesinde, çocukluğunda İncil’den bir figür tanımış olduğu bir ders kitabını okurken, “tarihin bir tüm bulunduğunu ve İncil’in bir tüm bulunduğunu” anladığını yazar. bunun bir parçasıydı.” Bu farkındalığım bu tarz bir olay hissettirdi.
Ve iyi mi olduğuna ışık tuttu değişik Hıristiyanlık vardı. Şairin toplayıp dokuduğu Yunan ve Roma mitleri, dünyanın şimdiye kadar bilmiş olduğu en gelişmiş kültürlerden bazılarının dini düşüncesini örneklendiriyordu. Ve buldukları şey şuydu: insanlığın en kötüsü benzer biçimde davranan tanrılar ve tanrıçalar. İnsanları yalnız kendi suretinde yaratmakla kalmayan, hem de ne kadar fena davranırlarsa davransınlar onlardan bu imajı almayı reddeden bir tanrıyı Ovidius’un iyi mi yapacağını merak ediyorum. Bir Yahudi köylü kızının bir ahırda (ya da ahır benzer biçimde bir yerde) dünyaya gelen, yaşamının çoğunu marangoz olarak geçiren, insanlara düşmanlarını sevmeyi ve onlara zulmedenler için yakarış etmeyi öğreten ve kanlı, utanç verici bir halde öldü. Roma haçı—insanların günahları için kasten ve isteyerek yaşamını veriyor.
Ovid bu mevzuda ne düşünürse düşünsün, bu düşünce kendisinin yada seleflerinin kendi başlarına buldukları bir şey değildi. Bir tanrıdan gelen kurban sevgisi, parlak hayal güçlerinin bile ötesindeydi. Tarih süresince ölen ve dirilen tanrılarla ilgili mitlerin ortaya çıkmış olduğu doğrudur, sadece insanları kurtarmak için kendilerini bile bile ölüme teslim eden tanrılar? Bu tarz şeyleri bulmak oldukça zor. (İçinde Metamorfozlar, Jüpiter çoğu zaman bir bayanı kandırıp ona saldırı edecek kadar “şanını bırakır”.)
Dolayısıyla bu mitleri okumak bana, Hıristiyanlığın Batı kültürüyle ne kadar kökten koptuğuna dair yeni bir anlayışın başlangıcını verdi. Yunanlılardan ve Romalılardan pek oldukça güzel şey aldık (temiz içme suyunun büyük bir hayranıyım), sadece seven, acı çeken bir hizmetkar olarak Tanrı terimini almadık. Bu, İsa Mesih’ten geldi ve bu tanrısal aşk dünyayı alt üst etti.
Dünyanın oğullarını ve kızlarını büyütmek için doğdular, onları incitmek, ufak düşürmek yada bir kenara atmak için değil. Onları yüceltmek ve onurlandırmak, onları Tanrı’nın oğulları ve kızları yapmak için hayata merhaba dedi. Bu, aramızdaki varlığı kutlanmaya kıymet bir Tanrı’dır.
alıntılar Metamorfozlar Frank J. Miller çevirisinden alınmıştır.